ADINI SEN KOY(!)

Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak…

Kıta Avrupa’sının tarihsel serüvenini biz, ülkemizin kurucularının devrimleri ve inkilâpları sayesinde tepeden inme bir biçimde sahip olduğumuz için, sahip olduklarımızın kıymetini de bilemiyoruz.

Avrupa’da “demokrasi teşebbüsleri” de, “demokrasi gelişimi” de, sosyal sınıfların büyük mücadeleleri, savaşımları ve kavgaları neticesinde vuku buldu.

Avrupa medeniyeti, “uygarlaşma” yolunda çok kan döktü ve çok kan verdi. Din savaşlarıMezhep savaşları

Şöyle baktığımızda…

Batı medeniyeti ve Hıristiyan kültürü, sahip oldukları insanlık değerlerine “bedel” ödeyerek sahip oldular. Ortaçağ karanlığından ve engizisyon zulmünden, aydınların ve toplum önderlerinin yaktıkları “aydınlanma” meşaleleri vasıtasıyla kurtuldular…

Rönesans ve Reform hareketleriyle bir çağı kapattılar. Feodal dönemden Sanayi Dönemine, işçi ve burjuva sınıfının baskıları sonucunda gelindi. Batıya baktığımızda, modern dönemlere geçiş, toplumsal baskılar ve sosyal sınıfların “bilinçlenmesi” ve sırtlarındaki prangalardan kurtulmaları sonucunda hayat bulmuştur.

Türkiye’ye geldiğimizde ise…

Gerçekten de biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak, birçok insanî değerleri, modern toplum olmanın altyapı ve üstyapı kurum ve kurallarını, kurucumuz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün vizyonculuğu, ileri görüşlülüğü, döneminin ilerisinde bir “zihniyete” sahip olmasının verdiği bir güçle ve özgüvenle sahip olduk.

Ulu önderimizin yaşam süresince yani devletinin başında olduğu o çok kısa süre zarfında- 15 yılda-, genç Türkiye Cumhuriyeti olarak çok şeye sahip olduk. Yitik ve bitik bir ülkeyi kalkındırmak için topyekûn seferberlik ilan edilmesi, memleketimizin demirağlarla örülmesi, özel sermaye ve teşebbüsün yetersizliğinden ötürü, ekonomik anlamda birçok girişim bizzat Atatürk’ün başında olduğu anlayışla vücut bulabilmiştir.

 

* * *

Bugün, o çok öykündüğümüz Avrupa ülkelerinden çok önce kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı tanındı.

Ülkemizin harap hâldeki durumu, inisiyatifi devletin aldığı ekonomik hamlelerle ve atılımlarla değişti. Batı’ya bağlı olduğumuz, neredeyse iğne iplik bile üretemediğimiz, emperyalist devletlerin “pazarı” durumuna getirildiğimiz dönemlerden…

Otomobil üretir duruma geldik.

Uçak üretir duruma geldik.

Kısacası…

Türkiye Cumhuriyeti, döneminde görülmemiş bir biçimde hem ekonomik hem de sosyo-kültürel hamlelerle, memleketimizin kalkınmasını, bayındır olmasını “kotarmıştır”.

İşte tüm bunlara rağmen, Türkiye’nin insanlık âleminin geçirdiği dönüşümleri, tarihsel bağlamında yaşayamamış olması, modern bir devlet olmamıza rağmen, bu devletin unsurları olan sosyal sınıfların oluşturulamamasından ötürü birçok soruna gebe kaldık.

İşte senelerce tecrübe ettiğimiz kronik sıkıntıların ve sorunların başında, bir kere bizim doğru düzgün işçi sınıfıyla burjuvamızın olmaması gelmektedir.

Devletin merkezi bir konumda olduğu bir toplumsal düzenle zaten fazla bir ilerleme kaydedilemezdi, denebilir. Evet, tek parti iktidarı dönemi boyunca devletçi ekonomik politikalarla ve kalkınma planlarıyla ekonomik büyümeyi ayakta tutmak ve çağımızın gerisinde kalmamak, her şeye rağmen takdire şayandır.

Sonrasında, Demokrat Parti’nin iktidarı döneminde, daha liberal ekonomik politikaların izlenmesine rağmen, Türkiye’de Batı Avrupa kıtasındaki gibi sosyal sınıflar tezahür edemedi. Türkiye’de Ankara’ya göbekten bağlı memurlar/bürokratlar ile sosyal sınıfın ayırdına varamamış köylüler yaşantının içindeydiler. Devlet kapitalizmiyle ancak bu kadar olabilirdi.

Demek istediğim, ne işçi sınıfımız ne işverenlerimiz/burjuvamız, olması gerektiği gibi oldu.

Eğreti bir sanayi atılımları…

Eğreti bir işçi sınıfı…

Eğreti sınıf çıkarları…

 

* * *

Havadan gelme bir demokrasi…

Tepeden inme reformlar…

Devlet kapitalizmi…

Devletimizin kurucusu ve rejimimizin banisi ulu önder ATATÜRK, bence elinden geleni ömrünün elverdiği sürece ülkesinin şerefli dünya milletleri arasında yer alması için sarf etmiştir.

Günümüze geldiğimizde, bizler, cumhuriyetimizin “emanetçileri”, ülkemizi, daha yüksek düzeylere çıkarmak için olması gerektiği kadarıyla çalışmadık.

Aslında bu kadar şeyi neden yazdım?

Türkiye’nin senelerdir değişmeyen yazgısından! Gazetelerin ve televizyonların yirmibirinci yüzyılda hâlâ kadın cinayetleriyle dolup taşması, kadınlarımızın çaresizliği karşısında, ilgililerin yaşatmak için hiçbir şey yapmamaları…

Kadın cinayetlerinin hâlâ sürmesi, kadınlara hak ettiği muamelenin gösterilmemesi, beni çok üzüyor. Kahrediyor.

Kabul edelim ki… Cumhuriyetin temellerinin atıldığı ve ayağa kalktığı dönemlerden beri, “olması gerektiği” biçimde dünya şerefli ailesinin içinde yerimizi bir türlü alamadık.

Bundan ötürü…

Çağın gerisinde kalan, değişimin izinden gitmekte direten anlayışımızla da, ne sosyal hayatta ne de ekonomik hayatta abat olduk!

Bugün…

Kadın cinayetleri devam ediyorsa…

Sosyal ve ekonomik yaşama, hâlâ ataerkil zihniyet yön veriyorsa…

Kadınlarımız, yıllar öncesi döneme göre “yerlerinde sayıyorlarsa”…

Cinsiyet ayrımcılığı devam ediyorsa…

Töre diye bir tabuya “dokunulamıyorsa”…

Kızlarımızın eğitim alması erkeklerimizin paşa gönüllerine kaldıysa…

Ezcümle… Çağın gerisinde kalıp, tökezliyorsak…

Aslında, bu yazıyı, en kıymetlilerimiz kadınlarımız için yazacaktım ama bir türlü sonu gelmiyor…

En iyisi sonunu siz getirin…

BELEDİYELER

EKONOMİ