DEĞİŞİM VE DEĞİŞMEK, KAÇINILMAZDIR!

Bazen siz de rastlıyorsunuzdur, değişmek ve değişim üzerine sohbet ve tartışmalara...

Bilmiyorum ama, insanın doğasından mıdır yoksa yaşanan coğrafya ve kültürel değerlerden midir; bilemiyorum...

Değişim ve değişmek olduğunda mevzu...

İnsan olarak değişim hususunda bazen çok fazla dirençli olabiliyoruz.

Sosyal medya da olsun... Sohbet aralarında olsun...

Değindiğim hususa kulak misafiri oluyorum.

Şu bir gerçek... “Değişmeyen tek şey DEĞİŞİMİN” ta kendisidir.

Tamam kabul, diyeceksiniz.

Zaten mesele de burada başlıyor.

E hem kabul ediyoruz hem de değişimin yakıcı ve yıkıcı gücünün önünde barikat gibi durmaya meylediyoruz!

Olacak iş mi?

Şöyle tarihsel bir gezinti yapsak ve insanlığın serüvenine bir projektör tutsak...

Ne dirençli ve zorluklarla dolu bir değişimin “aktörü” olduğunu görüveririz.

Tarım toplumlarından Sanayi toplumuna geçişte de benzer dirençler ve ayak diremeler tecrübe edilmiştir.

Düşünsenize... Zaman ilerlerken ve insanlığın doğayı anlamaya yönelik bilgisel birikimleri sistematik olarak geçmişten günümüze doğru aydınlatıcı bir fener gibi dururken...

Neden, değişimin dönüştürücü gücü önünde set olmak?!

Şimdi böyle yazıyorum da...

Sanki, aynı tutucu ve bağnaz tavrı ben kendim de gerçekleştirmedim mi? Hâlbuki en sevmediğim şey, yaşamın pratiklerinin ve insanlığın konforuna sunulan metaların “ışık hızında” değişime uğramasıdır.

Tamam da...

Benim değişimin ve dönüşümün farklılaştırıcı gücünü yadsımam, nihai sonucu etkileyecek mi?

*  *  *

Bu üzerinde sıkıntı yaşadığımız “değişim” ve “değişmek” davranışı veya yaşama “ayak uydurma” tavrı...

Tarihsel devinimin her aşamasında gerçekleşmekte.

Çalışma yaşamından tutun da...

Siyasal sistemlere, rejimlere, kanunlara, kültürel değerlerin insan yaşamlarını etkilemesine varıncaya kadar...

Ezcümle, insana içkin ve merkezinde insanın olduğu bir yaşamsal dinamik içinde, “değişimin” olmamasını beklemek...

(. . . . . .)

 

Küreselleşmenin baş döndürücü bir hızla tüm yerküreyi etkisi altına aldığı bir süreç içinde...

Zaman ve esneklik ön plana çıkmakta.

Zamanı iyi yönetmek ve ne olursa olsun daha fazla “esnek davranış” modelleri geliştirebilmek.

Şimdi... En azından yazı yazma derdinde olan bizler... Hasbelkader gazeteci olmasak da... Ama, gazeteci misyonunda elimizden geldiğince bir şeyler üretme derdinde olan bizler- blogger’lar-:

Türkiye ve dünya gözlemlerimizde, eskinin siyasal pratikleriyle ve paradigmalarıyla...

Bölgemizi veya genel siyasal akışı okumamız veya yorumlamamız olanaklı mı?

Zaman zaman sizlerin de kulağına şu türden lakırdılar takılır: Aman ben gazetemi baskılı okumaz isem, tat alamıyorum, gibi.

Evet, ben de gazeteyi “gazete gibi” elimde fiziki nüshası olarak okumayı, her şeyden daha fazla tercih eden biriyim.

Şimdi düşünsenize...

İleri ve yüksek teknolojinin bu kadar hızla âdeta göz açıp kapayıncaya kadar bir hızda değiştiği “bilgi çağı/toplumları” gerçekliğinde...

Haberin veya olayların anbean “güncellendiği” noktasında, ne kadar direnirsek direnelim, değişim eninde sonunda seni de beni de bu girdabın içine alarak değiştirecektir.

Klasik gazetecilik ile internet gazeteciliğinin aynı “tesiri” yaptığı, iddia edilebilinir mi?

*  *  *

Dediğim gibi...

Bu çağda, telefonun ve bilgisayarın nimetlerinden faydalanmayacağım demek, ne kadar akla yatkındır.

Evet, bazen “akıl tutulması” yaşayabiliriz.

Ama bizim akıl tutulması yaşamamız ya da reddiyeler üzerine kasideler döktürmemiz, neye yarayacaktır?

İşte burada belki de takıldığımız husus/kavram...

Geleneksel-yenilikçi.

Ne Türkiye’de ne de dünyada-tabii ki az gelişmiş ülkeleri dikkate almaz isek- 80’ler anlayışı ile de modern toplum refleksleriyle de yaşama tutunmamız pek ihtimal dışı olmaktadır.

Yine, benim de ilgi alanım olan siyasete dönsek...

Adalet ve Kalkınma Partisi kadroları, herkesin de vakıf olduğu gibi, Erbakan hocanın rahle-i tedrisinde yetişmiş “Millî Görüş” ideolojisiyle yaşamlarına yön vermiş siyasetçilerden terkiptir.

Ama bu realite, 3 Kasım 2002 seçimlerinin getirdiklerini ve sonrası dönüşümleri değiştirebilir mi?

Yadsıyabilir miyiz? Göz ardı edebilir miyiz? Evet, her ne kadar AK Parti kadroları, özellikle Sayın Recep Tayyip Erdoğan; “biz Millî Görüş gömleğini çıkardık” deseler de...

Ve siyaset tarzlarını “muhafazakâr demokrat” söylemiyle konsolide etseler de...

Küreselleşme ve neo-liberal politikaların dünyayı re-organize eden paradigmalarını reddetmemişlerdir.

Ben burada, küreselleşme ve liberal politikalar vasıtasıyla bölgelerin veya genel manada dünyanın ne vicdanî ne de ahlâki ve yine insanlıktan yoksun sözde demokrasi, hukuk ve insan hakları götürme ulvi siyasetini yüceltmiyorum! Zaten, emperyalizmin ne menem bir şer odağı olduğunu bu köşede, izaha yer yoktur. “Google amcadan” bu minvalde mebzul miktarda yazı okumanız mümkündür.

Ezcümle, ne kadar gelenekçi de olsak, maziye de özlem duysak, değişim insanoğlu yeryüzünde olduğu müddetçe “hükmünü sürmeye” devam edecek.

Değişimin veya dönüşümün biz insanların rızasını almak gibi bir derdi de yok. Yükselen trendlere uygun olarak; mesela “hayat boyu eğitim”, yaşamın her merhalesinde kendini geliştirme gibi beşerî sermayeye katkı sağlayarak, bu dünyadan “hoş bir seda bırakarak” ayrılmak, sanki akla daha yatkın.   

BELEDİYELER

EKONOMİ