HER ŞEY SEN İLE BAŞLADI...

Hani bir şarkının nağmelerini dinlerken ve ya öyle olur ki bazen geçmiş ile geleceğin arasına sıkışan yaşadığımız her hangi bir gün,
koşarken kırlarda geleceğe duyduğu özlem ile bir çocuğun ilk defa uçurduğu uçurtmanın ardından  gök yüzüne bakıp daldığı hayallerin mutluluğu veya derinden içini çekip kırılan umut dolu düşlerin parçalanışının verdiği bağrımızı yakan hüzün kaplar ya bazen içimizi...

Geminin pupasında puntellere yaslanmış, sanki “ İşte öyle bir şey  “ der gibi düşünüyordu. Öylece derin derin bakıp gözlerinin dalıp kaldığı dalgalara ve ilerledikçe zaman,  martı sesleri uzaklaşıyordu açıldıkça enginlere.

İki mavi arasına sıkışmıştı sanki hisleri, rüyada gibiydi ilerlemiş yaşına rağmen, ardında kalan yıllar bir an kadar yakındı bakışlarına.

Tutup geçen yılları geri çekmek ister gibi his uyandırıyordu nefesini içine derin derin çektikçe...
Ve insanı bir tek konuda umutsuzluğa sürükleyen  o mümkün olmayan gerçeğin gizi orada saklıydı..

Göz göre göre bir an da mazi olup uçup gidiyordu ellerinin arasından çaresiz bakışlarla zaman. Bir ara düşünür gibi oldu sanki, döndü ve ileri doğru bir hamle yaptı, kendi de şaşırmıştı ve ben neyapıyorum der gibisinden aniden duaraksadı...

Çekingen yüz ifadesi ile Sağına soluna baktı, hüzünlü bir gülümseme vardı yüzünde. Bir ara sanki asla mümkün olması imkansız bir şey gerçekleşmişti onunla göz göze geldik.

Gülümseyerek içten bir selam verdi, verdiği selam sessiz bir tebessümdü aslında. Fakat sanki sesini işitir gibiydim.. O sırada gelmekte olan çaycıya parmağı ile çay işaret ederek beni de iç dünyasının yanına davet etti.

Çayından bir yudum içtikten sonra huzur veren bir ses ile bak! dedi....
Bak ki, gör, gör ki merak et, merak et ki sorgula, sorgula ki öğren, öğren ki seçici ol, seçici ol ki hedefin belli olsun, kararsız olma..Kararlı ol ki hedefine ulaş..

Anlatmaya devam ediyordu...
Önüne birçok birçok fırsat çıkabilir. Çoğu kez karşınaimkan olarak çıkan fırsatları değerlendiremediğini düşünüp keşke dersin. Biliyormusun ?... Keşke, ifadesi insan hayatının paha biçilemez en büyük kaybıdır.

Fakat, şunu unutmak ki hayattaki en büyük fırsat kendine verdiğin değerdir. O değeri korumasını bilirsen, insanlar arasında koyacağın mesafeye de  sen karar verirsin.

Hayretler içerisinde dinliyordum. Beni bana sessiz ve derinden anlatan?

Bak! dedi, yum gözlerini kendine bir bak....

Uzun bir sessizlik hakim oldu, o bir kaç dakika içinde sanki ömrümü özetlemiş gibiydim.

İnsanlar genelde gördüklerine ve duyduklarına göre karar verirler, bazen de görmeden beklentiler üzerine karar verirler. Gerek gördüklerinde olsun, gerekse duyduklarında veya belirli bir analiz yöntemi ile elde ettiği değerlere göre beklentilerinde verdikleri her kararda mutlaka bir yanılma oranı söz konusudur öyle değil mi? diye telkinde bulunuyordu.

Birden konuyu değiştirdi...

Elindeki bardağı göstererek, hiç düşündün mü ? dedi. Bak dedi, bu bardak ilk doldurulduğunda buraya geldiğinden daha sıcaktı. Geçen her an onda belirli fiziksel değişimlere neden oldu, olmaya da devam ediyor ve edecek..

Söylediklerini sanki daha önce yaşamış ve tecrübe sahibiymişim gibi sükunet ile dinlerken hep kafamda şu soru vardı.

Acaba neden böyle bir tecrübeyi anlatmayı kendisinde hissetmişti. Bir çok soru işareti aklımda belirirken, aynı zamanda hafızamı da zorluyordum.

O güzel etkileyici ses tonunu süsleyen bilgisini dışa vuran konuşmasını kesip sorma cesaretini ve zamanını bulamadığım için kendi sorularıma yanıt ararken, sebepsiz endişenin mazereti olmaz  diyerek bana birşeyler hatırlatmaya çalışıyordu.

Öyle ya sebepsiz endişe ne olabilirdi ? böyle bir sav'ı nasıl olurdu da ortaya atardı.

Bir taraftan bunları düşünürken dikkatimi çeken bir husus oldu. Karadan o kadar açılmışız ki...

Bak! Dedi tekrar..
Bak, şu martı açık denizde tek başına her türlü riski üstlenerek rızkını aramaya çıkmış.. Söyle bakayım. Bir martıyı kaç günde eğitebilirsin ?

Bu hali ile söz veremem, belkide eğitilmeden ölür, ancak yavruyken olursa bir nebze olabilir dedim.

Peki, ona uçmayı nasıl öğretirdin ?, Balık tutmayı, hangi balığın zehirli olup olmadığını, suya konduğunda tekardan sudan havalanmayı, hava akımından faydalanarak alçalıp yükselmeyi ?

Öylesine yetersiz hissettim ki kendimi, ne cevap vereceğimi düşünürken..

“Düşünmene gerek yok dedi, o kendi tabi olduğu çevrede kendine has yetenekleri ancak kendi yöntemleri ile öğrenebilir. Hiçir zaman bir martıya bir kartal gibi pençeleri ile balık tutmayı öğretemeyeceğin gibi asla olta ile balık tutmayı da akledip öyle bir düzenek kurup avlanmasını da öğretemezsin. “

Öğrenme, düşünme ve geliştirme yeteneğine sahip olan ben, bir martıya nasıl uçulması gerektiğini öğretemeyecek kadar acizmişim diye düşünürken yine o güzel hitabı ile devam etti..

Biz insanlardan bazıları, anlayabildiğimiz kadar öğrenebleceğimiz söylenir ya.. Hayır! Anlayabileceğimiz kadarın sınırları okadar yüzeysel değil. Ancak kendimizi sorumlu hissettiğimiz ve sorumlu olduğumuz alanda anlamak istediğimiz kadar öğrenmeye açığız.

Ve konuşmaya bir yudum daha çay içerek devam etti..

Her insan her şeye ilgili olamayacağı gibi, ilgisiz bir alanda bilgi sahibi olmanın yersiz olduğunu düşünmesi normaldir. Aslında ne kadar ilgisiz olsak da bir çok temel prensibi farkında olmadan o prensibin ilgi alanındaki ürünleri şöyle veya böyle kullanmak zorundayız.

Bir deniz aracının pervanesinin ideal kanat sayısının ve açısının kaç derece olması gerektiğini bilemeyiz, fakat o pervane olmadan deniz aracının kontrollü hareket etmeyeceğini biliriz.

Radarın nasıl yapıldığını bilmeyiz fakat, radarsız bir deniz aracının daha az güvenli olacağını biliriz.

Demek oluyor ki; ihtiyaç duymadığımız halde, ihtiyacımızmış gibi öğrendiğimiz her bir yenilik aslında dayatılan ve öğrenmek zorunda kaldığın yeni bir bilgidir.

İnsan beyni için kullandıkça gelişen bir bilgi işlem merkezi demek hatalı olur. İnsan beyni, kimyasal ve fiziksel olayların süreci kapsamında  biyolojik veri depolama kabiliyetine sahip bilginin derlendiği ve  irdelendiği olanaliz merkezidir.

Depolanan verileri ruh işler ve kullanır. Ancak ruhun işleyip kullanamadığı bir fonksiyon vardır.

İnsan bedeninin bazı faaliyet alanlarının yönetimi gibi. Örneğin Tad alma sistemi yenilecek yemeğin yalnızca lezzeti ile ilgili değildir. İnsan vucuduna zaralı dozda olan maddelerin yenmesini engellemek için örnek çözeltisinin değerini beyine sinir sistemi aracılığı ie gönderir, beyin analiz eder, ruh kararını verir.

Hala çözebilmiş değildim.. Nereden nere diye düşünürken, birden cam olan bardak altlığını düşürdüğünü zannettim. Bir hamle ile yere düşmeden yakaladım. Bu arada ne hamlede geç kalmış nede  çayım dökülmüştü.

Bak dedi, işte sen böyle bir insan olarak işlev ve işlem kabiliyetin ile bir harikasın..

Farkedemediğim bir doğruyu bana hatırlatmıştı. Bir anda görüp, karar verip, düşen tabaktan daha hızlı hareket edip, çayımı dökmeden yakalayıp tekrar doğrulup tabağı teslim etmek muhteşem bir yetenekti.

Demek ki, istedikten sonra bu muazzam sistem hem kendi iç çevresi ile, hem de dış çevresi ile bütünleşik anlık karar verme ve hareket kabiliyetine sahipmiş. Aslında bunlar hep bildiğimiz, her gün tekrarlı yaptığımız fakat fark etmediğimiz olaylardı.

Ve devam etti.

Aşırı dışa dönük olmayacaksın, eğer aklını kullanmadan hareket edersen çok çabuk uyumlaştırırlırsın, kontrol senden çıkar.

Dur daha bitmedi, dışa dönüklüğün ne olduğunu anladınmı?

Başımı sallayarak evet der gibi oldum..

Öyle değil, üreteceksin, yönlendireceksin, pazarlayacaksın, kritik alanlarda önder olacaksın..

Ben mi? Diye sorduğumda..

Tek başına hiçbir şey oluşturulan bir sistem kadar etkili olamaz.Güç elde etmek için enerjiye ihtiyaç var öyle değilmi.. işte o enerji kaynağı sensin.. Güç üretmek üzere birbirinden farklı ve birbirine bağımlı olan elemanların birlikte hareketi için kullanılan sistemlere motor sistemler denir. İnsan maddeye benzemez, ürettiği enerji ile oluşturduğu sinerji ile devingen bileşenlerini kendi oluşturur. Yeterki, bilgisini, tecrübelerini, aklını hırs ve hevesine kurban etmesin..

Ben kimim biliyormusun? yıllarını, enerjini, bilgini, sevgini boşa harcadığını haykıran vicdanınım.. beni hayatından eksik etmeyen daima kazanmıştır..

Keşke.. Ne ağır bir bedel değil mi ?

 

Vahit Sunar

BELEDİYELER

EKONOMİ