KÜRESELLEŞME, ULUS DEVLETLER VE DİRENÇ NOKTALARI

Bugün, son tahlilde “küreselleşmenin” yerküremize vaaz edildiği gibi, ne barış ne de huzur getirdiğini iddia edebiliriz.

Neydi pekiî… İnsanlara müjdelenen neydi?

Tarihin Sonu tezi…

Medeniyetler Çatışması…

Amerikan derin devlet mutfağında hazırlanan bu bölgemizi “yeniden dizayn” etme planları…

Zahirde; “üstün ve ulvi” değerlere, yani “insan haklarına” ve “demokrasiye” hizmet ettiği muştulanan bu “globalizm”, son tahlilde insanlığa yıkım ve gözyaşıyla beraber oluk oluk akan kana neden oldu.

Soğuk Savaş sona ermişti.

Kapitalizm ve Batılı değerler güya zaferlerini ilan etmişlerdi.

Bundan böyle… Ulus devletlerin bir anlamı yoktu. Yeryüzümüz teknolojide ve bilimsel çalışmalar sonucunda geldiği nokta itibariyle “elektronik bir köye” dönüşüyordu.

Ne güzel masallar anlatılıyordu!

Küresel vatandaşlık…

Sınırların muğlaklığı…

Emek ve sermayenin mobilitesi…

Hep “daha” diye başlayan cümleler…

Daha fazla refah

Daha fazla gelir ve tüketim…

Demokrasi…

Ve Batılı ögeler üzerine oturtulan gözbağcılık!

Ne oldu?

Aslında olan ne?

Aksine…

Ne ulus devletler çöktü ne de demokratik bir dünya ekonomisi ve kültürü inşa edilebildi!

2000’li yıllar…

Siyasal İslam’ın yenidünya düzeninde, ABD’nin ve AB’nin hasmı olduğu yıllardı.

Önce…

Terörizme karşı küresel bir savaş ilanı gerçekleştirildi. Güçlü devletler, mazlum devletleri ve halklarını diktatörlerinin ellerinden kurtarmak için cansiperane(?) performans sergilediler.

Aslında, tüm şu yaşanan hengâmeye baktığımızda siyasetten, askerî ve kültürel çarpışmaların temelinde “ekonomi” olduğunu söylemenin ve bunu ısrarla savunmanın, absürd bir tarafı olabilir mi?

Şu son günlerde, içimizde bazı hastalıklarımız yine nüksetmeye başladı. Nedense, biz Türk toplumu olarak, özellikle ebedi liderimiz Atatürk’ümüz vefat ettiğinden beridir, yekvücut olamadık!

Olamıyoruz. Neden? Türkiye’de 20 yıldır bir tek parti, AK Parti iktidarı var. Ve bunca zaman ne AK Parti’nin “şeriatçılığı” kaldı ne de “karşı devrimciliği”…

Türkiye’de AK Parti kesintisiz iktidar olduğundan beridir, siyaset kurumu içinde ayakları yere sağlam basan bir muhalefet cenahı göremedik. Aslında, bu dönem içinde muhalefet partilerinin ilkeli ve olması gereken çizgide siyaset üretememeleri, toplumun teveccühlerini de toplayamamalarına yol açtı.

Demek istediğim…

Ülkemizde ne olursa olsun “bizim olsun” zihniyeti hâkim olduğu için, ülke çıkarlarını ilgilendiren, yine devletimizin itibarı noktasında ortak tepki verilmesi gereken gelişmelerde, ve dahası direkt birlik ve bütünlüğümüze kasteden hadiselerde bile yekvücut olamıyoruz.

Nedeni gayet basit…

İdeolojik bağnazlık ve körgözlük!

“Kol kırılır yen içinde kalır.” düsturunu, ülkemizin milli çıkarlarını ilgilendiren hususlarda sahiplenmeyişimiz.

 

Deminde ifade ettiğim gibi…

Türkiye’de siyaset mutlak kutuplaşma ve düşmanlaştırma zemini üzerinden yürütüldüğünden bir türlü, olması gereken reaksiyonları, bütünlüğümüzü ve dirliğimizi tehdit eden emperyalist devletlere gösteremiyoruz.

Sabah gazetesinin en sevilen yazarlarından Sayın Hıncal ULUÇ, geçenlerde yazdığı yazıda Sayın Erdoğan’ın siyaset kurumu içindeki konumu ve rolüne istinaden “Dünya Lideri” benzetmesini yaptı. Ve bence burada, bu tespitte hiçbir şekilde bir mübalağ yoktur. Şunu gözden kaçırmayın: Hıncal Uluç, sıkı bir Atatürkçü ve cumhuriyet rejiminin tüm değerlerine gönülden bağlı bir aydın.

Şimdi ne oldu yani?

Muhalefet partileri yıllardır, Sayın Erdoğan’ın siyaseten olmadığı bir siyaset planları ve opsiyonları düşlüyorlar ama her nedense her seçim sürecinde hevesleri kursaklarında kalıyor!

Erdoğan gitsin de “ekonomi batsın”!

Erdoğan gitsin de “Türkiye çöksün”!

İşte gördük, bu minvalde feraseten hiçbir inceliği olmayan bu düşünceler, her defasında halkın teveccüh reflekslerinde duvara çarpar gibi geri dönmüş ve havada kalmıştır.

İşte gördük…

RUSYA-UKRAYNA savaşında/krizinde cumhurbaşkanının ve devletimizin misyonunu ve rolünü gördünüz…

Bugün, Sayın Erdoğan’ın üstlendiği arabuluculuk misyonunu, muhalefet tarafının görmezden gelmesi, bunun üzerinden ucuz siyaset üretmeye çabalamaları, toplum nazarında kanımca karşılık bulamıyor.

Evet, kabul ediyorum…

ATATÜRK’ümüzün ifade ettiği gibi “YURTTA SULH CİHANDA SULH”…

Ama, yanıbaşımızda hem bölgedeki gelişmeleri etkileyebilecek hem de global etkileri olabilecek bir toprak bütünlüğünü ilhak girişimi karşısında “tepkisiz” kalmak, ilerleyen süreçlerde maazallah emperyalistlerin kendi topraklarımıza yönelik kirli oyunlarında da hareketsiz kalmamıza neden olmaz mı?

Geçenlerde nerede okuduğumu tam olarak hatırlamıyorum ama şöyle bir cümleydi merhum Turgut Özal’a atfedilen:

“Ciddi hatalar yapmazsak, 21.yüzyıl Türklerin ve Türkiye’nin yüzyılı olacaktır.”

Çoğu kimse, bu lafa emin olun “burun kıvırıyordur”!

Çünkü, düşünce ufuklarını kısarak dünyayı gözlemleme ve yorumlama alışkanlığına kendilerini öylesine kaptırmışlar ki…

Şöyle, kısaca Rusya- Ukrayna krizinde, Sayın Erdoğan’ın diplomasi trafiğine baktığımızda…

İsrail Cumhurbaşkanı Herzog

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev

Almanya Şansölyesi(Başbakanı) Olaf Scholz

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg

İngiltere Başbakanı Johnson

Fransa Cumhurbaşkanı Macron

Kanada Başbakanı Trudeau

 

Evet, bazen AK Parti döneminde ayaklarımızın yerden kesildiği anlar olmuş olabilir.

Yalnız şu bir gerçek…

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın, uluslararası ilişkilerde ve aniden gelişen cereyanlarda durumu değerlendirme ve akabinde soğukkanlılıkla bu kriz süreçlerini, ya paydaşlarıyla ya da muhataplarıyla diplomatik kanallar vasıtasıyla çözümlemeye yönelik çabalarını görmezden gelmek, kanımca realiteden kopuklukla addedilebilir.

Şu bir gerçek… Dünyamız durmak bilmeyen bir değişim içinde. Kapitalist sistem sahip olduğu arızalar nedeniyle tüm toplumları siyasi krizlere sürüklüyor. Kapitalizmin kuşatması altındaki tüm oyun kurucu devletler; Rusya’sından ABD’ye ve Çin’e ve dahası AB ülkelerinin ağır topları bu krizin altında öyle ya da böyle etki altında ve çıkış aramaktalar.

Her şey zamanla görülecek ve Türkiye’nin kapasitesi çapında yapmaya çalıştıklarını azımsayanlar, bakalım gelişmeler nezdinde nasıl bir tavır alacaklar?

     

BELEDİYELER

EKONOMİ