TÜRKİYE NEREYE? (II)

Sanki, politikada gerçeklikten kopunca, söylenenler sadece hayal âleminde kalan hoş sedalar olarak yer ediyor.

İLERİ DEMOKRASİ…

Gerçekten de çok “iddialı” bir hedef(idi).

Bugün için doğruyu konuşalım. Demokrasi zaten Türkiye’de kanayan bir yaradır. Son yıllarda iktidar partisinin izlediği siyasetlerden ötürü, demokrasinin seviye atlamasını bırakın “olması gereken tepkiler” bile gösterilemez oldu.

Neden?

Gelip dayandığımız nokta…

İktidar hırsı!

Kuvvetin “tek elde” tahkim edilmesi!

AK Parti, kanımca, ilk zamanlarda yola çıktığı hedefinden, yine kendi hatalarından ötürü uzaklaşmakta. İddialı hedefler tayin etmekle bu hedeflerin şaşmadan toplumda karşılık bulması farklı şeyler.

Genelgeçer söylemlerle halkın gazını almak ya da döneme uygun popülist söylemlerle propaganda ve slogan yarışına girişmek, sadece “o ânı” kurtarır.

Ama ya gelecek?

Evet…

Birgün gelecek de “gelecek”.

Ama bir türlü oturtulamayan sistemler ve oyalamacalardan dolayı, ülkemiz istediğimiz ve beklediğimiz “atılımları”, yine olması gerektiği boyutta gerçekleştiremiyor.

Dürüst olmak durumundayız.

Hakikatler(gerçekler) perdelenince, belki bir zaman “siyasal rahatlama” tesis edilebilir ama neye rağmen?

Toplumun yarınlarından “çalmaya” rağmen.

*  *  *

Bu sıralar yine revaçta olan kavramlara baktığımızda, serdedilen kavramların ne ileri demokrasiyle ne de ileri bir toplum olma modeliyle bağdaşmadığını görürüz.

İtaat…

Biat…

Mutlak sadakat.

Toplumlar ve devletler gelişimlerini ancak değişime “ayak uydurarak” tesis ederler. Pekâlâ, politikacılar, iktidarlarının devamı yönünde, yola çıktıkları “yol arkadaşlarından” mutlak sadakat beklerler.

Öte yandan gelişmek ve değişmek diri bir devinimi öngörür. Değişime ve gelişime ayak diremek, çağın gerisinde kalmak demektir. Demokratikleşme ve medeniyet tasavvurlarının çokça dillendirildiği “modern zamanlarda”, arkaik reflekslerle hem bireysel hem de toplumsal taleplerin önünü tıkamak, bindiğin dalı kesmek demektir.

Demokratikleşme için ülkemiz çok bedel ödedi. Siyasetçilerin ve onların kurduğu siyasi partilerin kurulma amaçlarından sapmaları ve iktidar hırsı içinde, dünya nimetlerine köle olmaları, şahsi ihtiraslarına gem vuramamaları, toplumlarının irtifa kaybına neden olduğu gibi, tüm kazanımların da heba olmasına neden olmaktadır.

Son zamanlardaki toplumsal hareketliliğe baktığımızda…

Olumlu şeyler söyleyebilmek zorlaşıyor.

Bir iktidar düşünün ki…

Yoksullukla ve yolsuzlukla ve yasaklarla mücadele edeceğini ikrar ederek, iktidara gelsin ve ilerleyen yıllarda iktidarını bu ayaklar üzerinden tahkim etsin…

Ama sonra…

Beşeriyetin zaaflarına yenik düşsün.

Zaten hayalkırıklıkları da bundan ötürü başlıyor…

İnsanların ve toplumun ağzına “bir parça bal çalmak” ama sonrasını akim bırakmak…

Vasatlaşma ve…

Duyarsızlaşma.

*  *  *

Çarşı-pazarda yaşanan acı gerçekler, “duyarsız kalınarak”, aslında görmezden gelinerek geçiştirilecek bir hadise değil.

Zaten Türkiye’de yaşananların en büyük müsebbibi, sorun tüm ağırlığıyla yerinde dururken, sorunu çözmek adına zaman kaybına gidilmesidir.

Yaz aylarını beklemek…

6 ay boyunca sabretmek…

Ama sonuç itibariyle gelecek dediğimiz “zaman dilimi”, elbette gelecek ve kapımıza dayanacak.

Türkiye’de tartışmalara ve mücadelelere baktığımızda, köhnemiş şeylerle uğraştığımızı görüyoruz. Cumhuriyet tartışmalarında da rejim tartışmalarında da hep aynı çıkmaz sokak:

Verimsiz ve analitik olmayan çabalar.

Şu bir gerçek…

Türkiye’de yönetimin şekli değişti ve rejim değişmedi. Eskiden “parlamenter demokratik rejimle” yönetilirken, şimdi “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle” yönetilmeye “çalışılıyoruz”.

Ne olursa olsun… Rejim… Cumhuriyettir.

Ama… Çok fazla propagandası yapılan yönetim değişikliği sisteminin dertlere “deva” olamadığını da deneyimleyerek görüyoruz.

Görünürde bir meclis var.

Görünürde anayasal kuvvetler var: Yasama, yürütme ve yargı.

Ama görünürde ve şeklen olan kurumların varlığı; her nedense türlü türlü propagandası yapılan bu sistemin toplumsal barışa ve gönence şifa olamadığını “deneyimleyerek” görüyoruz.

Enseyi karartmayalım da…

Yaşamdan beklenenler ve “tecrübe edilenler” muştulanılanlar ile uyuşmayınca…

Toplumca hezeyanlar baş gösteriyor.

İşte üzerinde düşünülmesi gereken husus:

Ne yapmalı?  

BELEDİYELER

EKONOMİ