UÇ NOKTALARDA SAVRULMAK: MARJİNALLEŞME!

Uzun zamandır yazmıyorum. Bazen, böyle yazma eyleminden yaşam harmonisi içinde kopuyorsunuz.

Bakıyorum da…

Türkiye’de bazı meseleler üzerinde bir arpa boyu yol alamamışız.

Son günlerde yine bir kısırdöngünün içindeyiz.

Bazen, ezber şeyleri terennüm etmek durumunda kalıyoruz.

Mikro siyaset açısından baksak…

Ülkemizde, AK Parti iktidarda olduğundan beri değişmeyen şeyler:

Rejim tehdidi…

Ilımlı İslam modeli…

Endonezya olacağız kaygısı…

Hele bir korkumuz var…

Hiç dinmiyor:

“Yaşam tarzımız” iğdiş edilecek!

Mahalle baskısı…

Bu arada, Covid-19 salgınından ötürü kademeli ve kontrollü yaşam kurallarıyla gündelik yaşamın pratiklerini idame etme derdindeyiz.

Gerçekten de bazen ne iktidar partisini anlayabiliyorum…

Ne de muhalefet partilerini…

Belki bu dönemde içki yasaklarının yine gündeme gelmesi; ve muhalif tarafta yer alan artık ne derseniz diyebilirsiniz: Laik, Atatürkçü, modern kitleler şıpından bu yasakları bir “niyet okuma” olarak telakki etmekte ve iktidarın kara kaplı ajandasına gönderme yapmaktalar.

Esasında…

Böyle dönemlerde…

Daha aklıselim olmak, sağduyulu olmak elzem gelmez mi?

****

Gerçekten de Türkiye’de yaşamaktan ötürü saadet içinde olmak durumundayız.

Hep derim… Kelli felli yazarlarımız da sürekli belirtirler…

Ortadoğu coğrafyasında, kadim Anadolu havzasında yaşadığımızdan ötürü, bin kere şükretmek durumundayız.

Konumlandığımız coğrafya, öyle böyle sükûnetin ve itidalin hüküm sürdüğü bir yer değil. Yaratıcımız bizlere öyle bir vatan nasip etmiş ki… Üç tarafımız denizlerle çevrili… Mevsim başlangıçları ve geçişleri adına ise ülkemiz lebi derya… Ama öte yandan, istikrarsızlıkları ve kaos ortamlarını, kâh az gelişmiş toplumların tiranları tarafından kâh emperyalist odakların taşeron kullanmak vasıtasıyla alevlendirmeleri ve her fırsatta alevi harlamaları…

Ülkemizde güne huzurla başlayamamıza neden olmakta. Bugün, Türkiye’nin izlediği dış politika çok fazlaca yerilmekte. Çok fazla pro-aktif siyasa izlediğinden ötürü eleştirilmekte. Filistin meselesine neden burnumuzu soktuğumuz, yine Doğu Akdeniz’de neden faal olarak “varlığımızı” hissettirdiğimiz durmadan kafalarımıza çakılmakta.

Bu sözde barışsever aydın/yorumcu/vatanperverlere göre, ülkemiz, okyanus ötesinden buralara gelip coğrafyamızı âdeta pergelle dizayn etmeye yeltenen emperyalist zihniyetler indinde pasif ve uslu çocuğu oynamalıdır. Zaten bu sözde stratejistyenler, senelerdir ebedi liderimiz ATATÜRK’ÜN vecizinden esinlenerek-“Yurtta Sulh Cihanda Sulh”- ülkemizi coğrafyamızda döndürülen oyunlar ve tezgâhlar bağlamında elini ayağını bağlamakla mı görevlendirilmişlerdir?

Bugün İSRAİL DEVLETİNİN yanı başımızda yaptıklarına seyirci kalmak, özellikle din kardeşi Filistinli yetişkin ve çocukların hunharca katledilmesi karşısında “üç maymunu oynamak”, ülkemizin son dönemdeki vizyonu ile bağdaşır mı?

Demem o ki… İster ham hayal deyin… İster ayakları yere basmıyor deyin… Türkiye’miz 150 yıla yakın demokrasi ve parlamenter rejim tecrübeleriyle, az gelişmiş toplumlara bir bakıma model olmak zorundadır. İşte diktatörlük ve tek adamlığın hüküm sürdüğü Arap coğrafyalarına bir bakın… Üst tabaka, mesela Kral ve şürekası bolluk ve refah içindeyken, halk kesimleri görece düşkün bir vaziyette ve üstelik her türlü şeriat hükümleriyle yaşamları zapturapt altına alınmakta.

****

Biraz daldan dala atladığımın farkındayım.

Bugün, bizim cumhuriyeti inşa ettiğimizden beri hedefimiz, daima “muasır medeniyet” ülküsüne erişmek olmuştur.

Bu da ancak çok fazla çaba harcayarak ve çalışarak elde edilecek bir istikamettir.

O vakit iç işlerimizde didişmemizin kime ne faydası var: Muhalefet, yıkıcı ve yıpratıcı bir siyaset stratejisi izleyerek, cumhur ittifakında gedik açarak, iktidara giden yolda bir nebze de olsa rahatlamak istiyor.

Ama dikkat ediyorsanız, hep aynı meseleler üzerinde sörf yapıyoruz. Bu iktidar yirmi yıldır bu ülkeye ne verdi? İşte efendim altyapı ve üstyapı yatırımları birer göz boyama felan… Doğru, belki iktisadın dinamosunu inşaat sektörü üzerinden daim etmek hatalı olabilir.

Gerçekçi bakarsanız; bizim ülkemizde ne iktidar cenahında ne de muhalefet cenahında samimi ve içten duygularla bir araya gelerek, ülkenin sorunlarını çözme niyeti var! İşte senelerdir, bir yeni anayasa ve 12 Eylül askerî rejiminin tesirlerinin olduğu Siyasi Partiler Kanunu ile Seçim Yasasının değiştirileceği teranesi tutturulur gider…

Ne yıkıcı ve bozucu muhalefet siyaset tarzıyla…

Ne de her şeyi ben bilirim, sayısal çoğunluk ben de o zaman gak dedim mi peynir; guk dedim mi peynir edasıyla bir yerlere gelmek ve sorun bagajını hafifletmemiz mümkündür.

Kendi siyaset stratejin ve ideolojinden bir milim bile fedakârlık etmeden, sıkılı yumrukları açmadan, medeni insanlar gibi tokalaşmadan, bir tebessümü birbirimizden esirgemekten imtina etmeden…

Olması gerekene ulaşmamız ancak hayal âleminde bir düş olarak kalır. Bu bağlamda, çoğunluktakilerin nisap sayılarına istinaden nobran davranış modeliyle siyaset sürdürmeleri; yine muhalefettekileri “ötekileştirmeleri”; öte yandan müzmin muhalefetten kurtulamayanların da her fırsatta bir “Erdoğan nefretini” kendi tabanına pompalamaları, sizce de fasit bir dairenin tahkim edilmesine neden olmuyor mu?

Bu durum; tarafları bulundukları dairenin içine hapsetmekte ve buradan dışarıya çıkmamaya vesile oluyor.

Akabinde bu durum da biz sade yurttaşların hem bedenlerinde hem de ruhsal dengelerinde tahakküme neden olmakta.

BELEDİYELER

EKONOMİ